Aşağı Bakmadık!

Ben içeri düştüğümden beri, güneşin etrafında on kere döndü dünya,

Ona sorarsanız: ‘Lâfı bile edilmez, mikroskobik bir zaman.’

Bana sorarsanız: ‘On senesi ömrümün’.”

16 yıl hapis yatan Nazım Hikmet böyle diyor bir şiirinde! O’nun yattığı süreye göre pek de lafı olmaz ama bizim de 2 yıl 8 ay geçirmişliğimiz var demir parmaklıklar arkasında.

11 Şubat’ta tam 10 yıl geçmiş olacak, 163 askerin bulunduğu ‘Silivri Mahkemesi’nin duvarlarında “kapıları kapatın” sesinin yankılanışı ve ‘yıllarca emir komuta ettiğimiz askerlerce etrafımızın sarılışı’nın üzerinden!

Ve o kapanan kapılar,  kimileri için 2 yıl 8 ay, kimileri için de 3 yıl 4 ay sonra açılacaktı!

Hani bugünlerde salgın sebebi ile hafta sonları içeride kaldığımızda depresyona giriyoruz ya, artık sadece o zaman, acı bir tebessümle geliyor aklıma mahpusluk günleri. Ne zaman çıkacağını bilmeden aylarca kalmışız içeride ve öyle ağlanıp sızlamamışız!

Hem de, o günlerde bizleri “aşağıya baktırmak” isteyenlere inat başımız dimdik olarak! Çünkü biz değil, onlardı utanacak olanlar! Ve utanılacak iş yapanlara da itaat etmeyecektik! Ve onun için hep haklı olduğumuzu haykırdık.

Ama yine Nazım’ın dediği gibi;“Hani şimdi biz haykırırız / Cevap / açılır kara kaplı kitap / ZİNDAN.

Ve fakat biz de onlara inat, içimizi zindana çevirmedik!

Elbette kolay olmadı ama bu hayatta ne kolay ki? Ve kimse bizlerin, dağlarda tepelerde geçirdiğimiz zamanın orduevlerinde geçirdiğimizden çok daha fazla olduğunu bilmezse de, kolaylıklar içinde gelmedik ki o günlere!

Her batan günün arkasından yeni bir gün doğacağını bilenler için umut hep vardır. Zindanda bile!

Mesela gökte uçan bir kuş görür özgürlüğü düşünür, o günlerin hayalini kurar, unutursun nerde olduğunu! Her ne kadar sonbaharlarda süzülüp göç yollarına düşen kuş sürülerinin seni bir kere daha oracıkta bırakıp gittiğine hüzünlensen de, baharda geleceklerini bilmen bile ısıtır içini.

Evet evet, baharı düşünürsün, sert geçen kış günlerinde ve daha ağaçlara düşmeden, senin yüreğinde açar çiçekler. Ve hayalini kurarsın o çiçekli günlerin. Ne de olsa hayal kurmayı yasaklayamıyorlar!

Sevdiklerini düşünürsün, haftada 10 dakikalık telefon hakkında hangisi ile ne konuşacağını ince ince planlarsın ki zayi olmasın zaman. Yaparken bu ince planları, azıcık daha geçer içeride zaman!

Ayda üç defa gelir yakınların kapalı görüşe, tam karşına oturur ve telefonla konuşursun, uzatırsın elini dokunmak için ama arada bir engel vardır camdan!

Bir ay beklemek zorundasın, açık görüşte sarılmak için sevdiklerine candan!

Bir saat tükeniverir sanki bir dakikada ve hep eksik kalır bir şeyler. Ama içini dökmek için kâğıda, fazlasıyla zaman da kalır sana bir yandan!

Mesela kızların gelir ziyarete, daha arkalarından bakarken dizeler kalır sana o andan:

“Masamda, bir tomurcuk bir gonca / Öpüp koklayamadım onları doyunca / Sustum, seyrettim gül yüzlerini / O kısacık ziyaret saati boyunca.”

Tekrar tekrar okursun o dizeleri, yutkunarak ama ağlamadan!

İki senedir görmediğin ve senin hapiste olduğunu bilmeyen annen ölür, işte ona ağlarsın çokça. Ama birkaç hafta sonra 16 yıl hapis verildiğini açıkladığında ‘zalimin zulmedenleri’ yüzüne, ilk tepkin “iyi ki annem ölmüş” olur ve annenin ölümüne sevinebilirsin yüreğin dolmuşken kandan!

Bazen bir iyi haber alırsın, mesela kızın Tıp Fakültesi’ni kazanmıştır, yaşanan onca şeye rağmen! Duyan her bir arkadaşının yüreğine çarpar ve sana onlarca yürek sıcaklığı getirir o haber dört bir yandan!

Ara sıra, başka davalardan bir tahliye olur, bir kişi haksızlık cenderesinden özgürlüğe uçar, onun için sevinir kendin için umutlanırsın! Böylece birkaç ay daha geçer farkına varmadan!

Yıllardır zamansızlıktan şikâyetle yapamadığın sporu ve okuyamadığın kitapları okumak için çoktur zaman. Becerebilirsen resim yapar, saz ya da başka bir şey çalarsın, yani artık şikâyet edemezsin zamandan!

Bir arkadaşın ziyarete gelir içeri almazlar. Seni göremeden geri dönerken, tesadüfen dışarıdaki sesini duyar ve oracıkta sohbet edersin onu görmeden! Bir iki dakika bir ömre bedel olur. Ve “içeri almadılar” diye dert yanınca “Biz dışarı çıkmak için uğraşıyoruz, sen içeri giremedim diye ne üzülüyorsun” der, seni teselli etmeye geleni teselli eder gönderirsin. Senelerce konuşacağın bir anı kalır o zindandan!

Velhasıl yine Nazım’ın dediği gibi; “Yani içerde on yıl, on beş yıl / Daha da fazla hatta / Geçirilmez değil / Geçirilir / Kararmasın yeter ki / Sol memenin altındaki cevahir!”

Halen haksız yere yatanlara bin selam olsun!

Scroll to Top